Posted by Unknown Posted on 02:08 | No comments

UÇAN ADAM ORTA ASYA'DA



Hem  Kazakistan’da hem Kırgızistan’da gördüğüm insanlar fizikî   olarak gayet atletik ve zayıf görünümlüler. Zayıf görünümlü dediğime bakmayın, o zayıflıklarına rağmen çok sıkı insanlar. Genel olarak sert bir mizaca sahipler. Ancak bunun yanında müsafirperverlikleri ve çabuk arkadaş olabilmeleri ayrı hususiyetlerinden.
Her ne kadar büyük ve gelişmiş şehirlerde asimilasyon ve yozlaşma had safhada olsa da genel itibariyle ataya dedeye saygı, burada çok önemli.
Ata (dede) odaya girdiğinde herkes kendine çeki düzen veriyor. Küçük erkek çocuklarına ‘’jigitler’’, yani yiğitler diye hitap ediliyor. Ufak erkek çocuklarına yiğitler diye hitap edilmesi, tarihî kültürel kodlamalar ışığında bize çok tanıdık geliyor.
Unutulmaz kişilerin memleketi
Hemen hemen her şehirde tarihî şahsiyetlere saygı çok büyük. Bunların içerisinde şairinden, ilim adamına, sanatçısından komutanına kadar; muhtelif tarihî şahsiyetler var. Özellikle Hâce Ahmet Yesevî’ye karşı sevgileri çok barizdi. Türkistan’ın yerlileri her sene, insanların belirli dönemlerde Hâce Ahmet Yesevî’yi akın akın ziyarete geldiklerini anlatıyorlar.
Ahmet Yesevî’nin hayat hikâyesi, ilim ve bilim yüzü, Türklerin göç etmesindeki yol göstericilik rolü, onun talebeleri ve gittiği yerlerdeki faaliyetleri… Bunların her bireri ayrı ayrı çok önemli mevzular. Bir
de Ahmet Yesevî’nin bugün türbesinin ve medresesinin vaziyeti var. Düzenleme adına birtakım çalışmalar yapılmış. Ancak bu düzenlemeler kesinlikle iptidai bir seviyede. Hâce Ahmet Yesevî’yi layık olduğu surette yeni nesillere anlatmak sadece o toprakların ve o topraklardaki devletlerin değil, onun izinden yürüyen her Müslüman’ın boynunun borcu.
Unutulmaması gereken âlimlerimizden biri de, 31 ciltlik muazzam eserini hapishane kuyusundan ezbere talebelerine yazdıran İmam-ı Serahsi Hazretleridir. Bazı âlimlere göre İmam-ı Serahsi ve onun eserleri olmasa ehl-i sünnet inancı bugünkü kadar yaygın ve sağlam vaziyette olmayacaktı. Eserlerindeki yüksek ilim seviyesi, mantık ilmine olan hâkimiyeti, düşmanları tarafından dahî takdir görmüştür. Yine son yıllarda Kırgızistan’da Selahuddin İbn-i Mevlana Siracuddin Hazretleri’ne ve onun eserlerine karşı büyük bir ilgi ve merak söz konusu. Bu konuda gazetelerde uzun soluklu köşe yazıları ve araştırmalar halen devam etmekte.
İnsanlar hâlâ birbirlerine güvenebiliyorlar
En çok ilgimi çeken şeylerden biri her aracın, taksi olmasıydı. Şöyle ki kimsenin ticari olarak bu işi yapmasına gerek yok. Binek aracı olan herkes yoldan müşteri alabiliyor, ücreti mukabilinde de istediği yere (eğer yolu üzerinde ise) bırakabiliyor. Yayalar ise yoldan geçen her araca el kaldırıp ticari taksi olmadığı halde binip gidebiliyor. Bu Kazakistan ve Kırgızistan’da j da böyle.
Aynı durumu Türkiye için düşünün. Yoldasınız, yayasınız ve bir taksiye ihtiyacınız var. Yoldan geçen herhangi bir aracı durdurup “Merhaba arkadaş, ben falanca semte veya falanca şehre gideceğim. Aynı yol üzerindeyiz beni kaça götürürsün?” dediğinizi düşünün. Hırlı mı hırsız mı nedir! Seni kaçırıp organlarını alıp bir dereye atar mı! Veya aynı durum aracı kullanan kişi için de geçerli. İnsanın aklına bin bir türlü senaryo geliyor. İşte burada durum tamamen farklı. İnsanlar birbirine güveniyor, istediği yere gidebiliyor. Bu bence toplumun kendi içinde birbirine duyduğu çok büyük bir ‘’güven’’ duygusunun göstergesi. Şaşkınlıkla oradaki insanlara sordum; “Herhangi bir kaçırma, taciz, gasp, zarar verme durumu oldu mu?” dedim. Sorduğum Kırgız arkadaş şöyle bir zihnini yokladıktan sonra “Benim hatırladığım son 5-6 yılda sanırım bir defa öyle bir olay yaşanmıştı ve buradaki insanlar çok tepki göstermişlerdi.” dedi.
At etinin her türlüsü var
Kazakistan’da dikkatimi çeken hususlardan biri de ‘’Helal Restoranlar” idi. Birçok restorana uğradık, çok güzel kendilerine has yemekleri, lezzetleri vardı. Kazakistan’da at eti ikram ediliyor. ‘’Kazı’’ ismini verdikleri, yapılış itibariyle bizim sucuklarımıza benzeyen ama sucuktan çok daha lezzetli bir yemekleri var. Özel olarak yetiştirilmiş atlardan elde edilen etleri bütün parçalar halinde bol bol baharat ve sos ekleyerek sucuk gibi hazırlıyorlar. Şehrin sokaklarında gezerken bazı batı ülkelerindeki gibi tabelalarında ‘’Halal Restauran’’ yazan yerler gördüm. Bu demek oluyordu ki diğer mekânlar Islami hassasiyetleri olan kesim için şüpheliydi. Almata şehrinin pazar yerini gezerken et reyonlarının bulunduğu alana da uğradık. Burada sığır eti, at eti, kanatlı eti bulunuyor. Ayrıca domuz eti ayrı ayrı bölümlerde satılıyordu. Birçok restoranda domuz eti muhtelif şekilde menülerde var.
Tarihî derinlik motiflerde kalmış
Genel olarak Orta Asya’nın günümüz resmine baktığımızda insanlar üzerinde ciddi oranda yozlaşma ve çöküntünün olduğu, bunun yanında dinî kültürel hassasiyetin yeni yeni yeşermeye başladığı fark ediliyor. Öyle ki yakın döneme kadar dini hususiyetler birçok alanda sadece gelenek olarak icra edilmiş. Burada komünizmin uzun yıllar uyguladığı baskı ve zulmün etkilerini açıkça görebiliyorsunuz. Her şeye rağmen bir Kırgız takkesindeki motife, bir Kazak şapanındaki işlemeye eski bir türbenin heybetli kapısına bakarak ‘’Bir zamanlar burada dünyanın en büyük Islam medeniyetlerinden biri yaşamış.’ diyebiliyor, insan.
Uçsuz bucaksız bozkırlarda, gün batımıyla beraber dörtnala özgürce koşan atları görmek; çadır kültürünü ve adabını zihninin derinliklerinde hissetmek insana çok derin aidiyet duygusu hissettiriyor. Kalbinin derinliklerinden gelen sessiz bir çığlık fısıldıyor. ‘’Ben bu toprakların çocuğuyum, bu atlar bana yaban değil, bu toprak bana el değil.’’
Bu on günlük seyahatim esnasında hem Türkistan halkından hem de bana rehberlik eden Türkiye’den çok güzel insanlarla tanıştım. Devamlı sorular sormama, yol ortasında ansızın durup dakikalarca fotoğraf çekmeme aldırış etmeden beni gayet güler yüzle ağırlayan ve uğurlayan Ipek Yolu Asya Derneği’ne sonsuz teşekkür ederim.


(Bu yazı İnsan ve Hayat Dergisi'nin 2014 Ocak sayısında yayınlandı)

0 yorum:

Yorum Gönder

  ©   Sağ Tıklama Engeli